Binlerce yıldır Anadolu insanının sosyal yaşam şifrelerini metinlerinde saklamış olan türküler, bugün adı geçen kültürler tarafından ticari amaçlarla, adeta “kullan at” türünden birer ürün halinde tüketilmesine rağmen, içlerindeki öz sayesinde direnç göstermiş, yüzyıllara meydan okuyarak günümüze kadar gücünü eksiltmeden gelmişlerdir.
Düğünlerde Oyun havası-Halay, Cenazelerde Ağıt, İbadetlere Deyiş- Semah-İlahi, tarlada bağ-bahçede çalışırken atma türkü-mani olarak icra edilen türküler, Anadolu insanına yaşamının her alanında yoldaş olmuştur. Genç kızların ve delikanlıların birbirlerine olan ilgisi manilerde, usta Âşıklar ve Ozanlar nasihatlerini deyişlerde dillenmişlerdir, hasret, acı, hüzün, sevgi vb duygular, daha birçok sosyal ve toplumsal konular, türkü metinleri içerisinde incecik birer nakış gibi işlenerek, sözlü kültürün canlı tutulmasında önemli bir etken olmuştur.
Menkıbe, Halk hikâyeleri, Masal ve Efsane şeklindeki anlatımlarla “sürrealist algılar” günlük yaşantımızdaki yerlerini çoktan almışlardır.
Örneğin; Hacı Bektaşi Veli’nin güvercin donuna girmesi, Anadolu’nun birçok yerindeki Kutsal olduğuna inanılan balıkların, Kıbrıs savaşı zamanında ortadan kaybolduğuna inanılması, birçok türbe ve yatırların keramet ehli olduğuna inanılması gibi.
Mecaz anlamlarla da farkına varmadan günlük konuşma dilimizin bir parçası haline gelmiştir. Örneğin; çok sevindiğimiz, mutlu olduğumuz veya güldüğümüz zaman; sevinçten havalara uçtum, mutluluktan uçuyorum, Gülmekten öldüm, keyiften dört köşe oldum gibi. Herhangi bir şeye acıma duygumuzu ifade etmek için; içim parçalandı, ciğerim yandı, yüreğim dağlandı gibi. Çok acıktığımız zaman; karnım zil çalıyor, acımdan öldüm gibi, Çaresizliğimizi anlatmak için; kolum kanadım kırıldı, elim ayağım bağlandı gibi deyim ve benzetmeleri kullanırız. Gerçekte ne uçarız ne dört köşe oluruz nede karnımızda zil vardır, ama anlatımı güçlü kılmak, ifade gücünü artırmak için farkına varmadan sürrealist yaklaşımlarda bulunuruz.
Bunların dışında da Güç kuvvet, hayranlık ve sevgi ifadesi olarak Aslanım benim, Koçum benim, Şefkat ve sahiplenme ifadesi olarak Kuzum benim gibi. Bunlardan farklı olarak ta iki gözü iki çeşme olmak (iki gözüm iki çeşme), gözden düşmek (gözümden düştü), kurban olmak (kurban olduğum), (kan ter içinde kalmak) kan ter içinde kaldım, gibi benzetme ve deyimleri kullanırız.
Bu ifade tarzı benzer şekilde türkülere de yansımış, Anadolu insanı gerçek hayatta yapamadığı birçok şeyi türkülerinde yapmıştır. Cansız nesneleri ve hayvanları dilendirip onlarla konuşmuş, bir of çekerek koskoca dağları devirmiş, bir kılıç darbesiyle yüzlerce düşmanı öldürmüş, Mandayı söğüt dalına çıkarmış, yârini Keklik, Ceylan yapmıştır. Güvercin, Bülbül, Turna, Suna, Keklik, Şahin, Baykuş, Ceylan, vb hayvanlara, Dağ, Irmak, Dere, gibi nesnelere mitolojik anlamlarının yanında farklı anlamlarda yüklenmiştir.
Türkülerdeki yöresellik özellikleri göz önüne alındığında her yöreye göre tavır, adlandırma ve müzikal yapı değişse de, türkü metinlerindeki bu sürrealist yaklaşımlar değişmemektedir. Bilindiği gibi edebi ve müzikal halk üretimlerinde, yüklenen anlam ön planda, sanatsal kaygılar geri plandadır. Sanatsal kuralları da, üretilmiş bu eserler belirlemektedir. Buda bu tür halk üretimlerin gücünü ortaya koyar.
Sürrealizmin yirminci yüzyılın ortalarında Fransız yazar-şair André Breton öncülüğünde Freud’cü bir anlayışla kurulduğunu dikkate alırsak, türkü metinlerindeki sürrealist yaklaşımların kişi ya da kişilere bağımlı kalmadan halkın her kesimi tarafından üretilebildiği ve yüzyıllardır var olduğunu görürüz.
Mitolojideki Dağ kültü, türkü metinlerinde birkaç farklı eşleşme ile karşımıza çıkar.
Yiğitleri saklayan bir sığınak,
Sinesinde canlıları barındıran yaşam kaynağı,
Sılaya, sevgiliye ulaşmaya engel,
Doruklarına ulaşmanın zor olduğu ulu bir varlık,
Aşılması çok zor olan bir engel,
Şeklinde hem olumlu hem de olumsuz yönleri ile karşımıza çıkmaktadır.
Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır
Bugün posta günü canım sıkılır
Ellerin mektubu gelmiş okunur
Benim yüreğime hançer sokulur
Şu karşıki dağda bir top kar idim
Yağmur yağdı ılgıt ılgıt eridim
Evvel yârin sevgilisi ben idim
Şimdi uzaklardan bakan el oldum
Bu türküde, sevgilinin vefasızlığını anlatmak için; kahraman bir of çekerek dağları yıkmış, çektiği acıyı yüreğine hançer sokulması ile eş tutmuştur. Yine sevgilisi için bir zamanlar çok kıymetli, ama şimdi kıymetsiz olduğunu ifade etmek içinde, dağ başında kar olduğunu ve yağmurla yavaş yavaş eridiğini ifade etmektedir. Hâlbuki türküdeki asıl mesaj, sevgilisinin ilgisinin bitmesi, sevgilisinden mektup gelmemesi ve buna çok içerlemiş olduğudur. Burada anlatımı güçlü kılmak için; dağları yıkmak, yüreğine hançer sokulmak gibi gerçeküstü anlatımlar kullanmış, gözden düştüğü içinde kendisini de eriyen kar olarak tasvir etmiştir.
Dağlar Geçit Vermez, Irak Yollarım
Yol Verinde Dağlar Yâre Gideyim
Kırıldı Kanadım Tutmaz Kollarım
Yol Verinde Dağlar Yâre Gideyim
Yârimin Gözleri Yolda Kalmadan
Siyah Kirpikleri Yaşla Dolmadan
Zalim Gurbet Bana Mezar Olmadan
Yol Verinde Dağlar Yâre Gideyim
Yine bu örnekte de dağlara konuşma (yalvarış) vardır. Sılasına gidemediği için kendisini uçamayan kuşa benzeterek bir eşleşme yapmıştır. Dağlarla ilgili benzer örnekler türkü metinleri içerisinde oldukça fazladır.
Tiridine bandım adlı Kastamonu türküsü de ilginç bir örnektir. Düğünlerde oyun havası olarak icra edilen türküde olaylar mizahi bir şekilde anlatılmıştır.
Sabahınan erken çifte giderken
Öküzüm torbadan düştü gördün mü?
Manda yuva yapmış söğüt dalına
Yavrusunu sinek kapmış gördün mü?
Şeklinde oldukça abartılı sözleri vardır.
Bölgede Torbadan düşmek, hayvanların yemeden içmeden kesildiği, sinek kapmak deyiminin de, hayvanların yüzünü gözünü sineklerin istila etmesi veya büğelek tutması anlamında kullanılmaktadır. Ama halk bunu bu metinde gerçeküstü bir şekilde anlatmıştır.
TRT repertuarında 451 sıra noda kayıtlı genç Osman türküsünde de “Kelle koltuğunda geliyor Kars’tan, Kelle koltuğunda üç gün savaştı sözleri mevcuttur”.
Bağdat’ın içine girilmez yastan
Her ana doğurmaz böyle bir aslan
Kelle koltuğunda geliyor kars’tan
Allah Allah deyip geçti Genç Osman of of
Bağdat’ın kapısın Genç Osman açtı
Düşmanın cümlesi önünden kaçtı
Kelle koltuğunda üç gün savaştı
Allah Allah deyip geçti Genç Osman of of
Burada da efsaneleşmiş genç bir askerin kahramanlıkları, anlatımı güçlü kılmak için gerçek üstü bir şekilde ifade edilmiştir.
Turnalar metinlerde aşk ve göç kuşlarıdır. Sevgiliye haber götürdüklerine inanılır. Turnalar her zaman çift gezerler, bu özelliklerinden dolayı metinlerde turna figürüne desıklıkla rastlanır.
Allı turnam bizim ele varırsan
Şeker söyle kaymak söyle bal söyle
Eğer bizi sual eden olursa
Boynu bükük benzi soluk yar söyle
Allı turnam ne gezersin havada
Arabam kırıldı kaldım burada
Ne onmamış kulumuşum dünyada
Akşam olsun allı turnam dön geri
Yine burada da sılaya gidememenin özlemiyle Turnayla selam gönderme ve turnadan cevabını bekleme söz konusudur. Turnalar her zaman çift olarak yaşarlar, eşlerine olan sadakati dünyada başka canlılarda yoktur.Eşlerden birisi herhangi bir nedenle öldüğünde diğer eş ölen turnanın başından ayrılmadan orada ölümü bekler, göç sırasında ise yaklaşık on bin metre yüksekliğe çıkabilen yegane hayvandır. Bu özellileriyle Turna motifi Türk kültürü içinde çok önemli bir yere sahiptir, Turnanın avazı Türkmen Alevi- Bektaşi toplulukları tarafından Hz. Ali’nin avazına benzetilir bu yüzden Alevi- Bektaşiler içinde ayrı bir önem taşır. Turnalarla ilgili birçok Alevi semahı vardır, yine bu semahların metinlerinde de Turnaların kutsiyeti ve Turnalarla konuşma vardır. Günümüzde yeni yetişen neslin çoğu turnayı sadece resimlerde ve hayvanat bahçesinde görmesine rağmen, turna figürümetinlerdeki gücünü korumaktadır. Turnalarla ilgili çok örnek vardır sadece birkaç tanesinin adını vermenin konumuz açısından yeterli olduğunu sanıyorum.
“Bağdat ellerinden gelen turnalar,Gökyüzünde bölük bölük turnalar, Bir çift turna gördüm durur dallarda, Telli Turnam Selam götür sevdiğimin diyarına”.
Bülbül motifi de metinlerdeaşk,masumiyet ve narinlik ifadesi olarak karşımıza çıkar. “Bülbül-Gül” ikilemesinde bazen türkünün kahramanı kendisini bülbül,sevgiliyi de gül yerine koyar, çoğu metinlerde bülbül ve gül bir türlü buluşamazlar. Bazı metinlerde ise “Bülbül-Gül-Bahçıvan” üçlemesi olarak karşımıza çıkar.
Ne feryat edersin divane bülbül
Senin bu feryadın (anam) gülşene kalsın.
Bu dünyada eremezsen murada
Huzuru mahşerde (anam) divana kalsın.
Nesin methedeyim bir kaşı kare
Şu gönlüme açtı (anam) onulmaz yâre
Dünya tabip gelse derdime çare
Derdimin dermanı (anam) lokmana kalsın
Bir can için geçti can ü serinden
Vücudum kül oldu (anam) aşkın narından
Emrah buse ister nazlı yârinden
Bu bayram olmazsa (anam) kurbana kalsın
Bazı metinlerde de baharı ve tabiatı ifade eden çiçekler, bazen sevgili olarak tasvir edilmiştir.Bazı metinlerde çiçekler insan gibi konuşmaktadır.
Çiğdem Der ki Ben Alayım
Yiğit Başına Belayı
Hepisinden Ben Alayım.
Benden Ala Çiçek Var mı? çiçek Var mı?
Yine metinlerde seher vakti, seher yeli gibi soyut kavramlarda gizemli bir ifadeyle kullanılmıştır.
Seher Yeli Nazlı Yâre
Bildir Beni Bildir Beni
Düşmüşem Elden Ayaktan
Kaldır Beni Kaldır Beni
“Seher yeli bizim ele gidersen nazlı yâre küstüğümü söyleme, Seher yeli sevdiğimden bir haber”, gibi türkülerin metinlerinde de seher yelinden medet umulmuş ve turnalar gibi haberci edilmiştir.
Çaresiz aşkları ve âşıkların çektiği ızdırabı anlatmak için sevda türkülerinin metinlerinde sıklıkla “Leyla-Mecnun, Kerem-Aslı” gibi halk hikâyelerinin kahramanlarına rastlanır.
Mecnunum Leylamı gördüm
Bir kerece baktı geçti
Ne sordu ne de söyledi
Kaşlarını yıktı geçti
Buradada kahraman mecnun sevgilide Leyla olmuştur.
Her daim sevdiğinin yanında olmak veya yâr ile bütünleşmek arzusu ise metinlerde Yârimin kolunda ilik düğme olsam, Yârin yanağında ben olayım, ak gerdan üstünde ben olayım,ela göz üstünde kaş ben olayım, gibi tümcelerle gizemli bir şekilde anlatılmıştır.
Ceylan ve keklik metinlerde Bülbül gibi masumiyetin yanında zarafet ve güzellik sembolü olarak ta tasvir edilmiş yine aynı şekilde de türkü metinlerinde sevgilinin gözleri Ceylanın gözlerine, yürüyüşü de Ceylanın sekişine benzetilmiştir. Sevgili bazı metinlerde Leyla, Aslı, sevgilinin endamı Suna boylum, Selvi boylum diye anlatılmıştır. Kaşlar; bazen yay ,hilal, bazen kalem, bazen de keman, kirpik ok, burun fındık, yüz ise çoğu zaman güneş‘e ve ay‘a benzetilmiştir. İşe yaramayan insanlar bazı metinlerde meyvesiz ağaç olarak anlatılmış, birçok metinde ise küçük çocuklar kuzu olarak anlatılmıştır. Sabır ifade eden metinlerde, Yusuf peygambere atıf yapılarak Yusuf adı geçmiş, Baykuş figürüyle de terk edilmiş el-vatan teması işlenmiştir. Sevda çekmek, aşka düşmek ise ateşe yanmak, ateşe düşmek şeklinde işlenmiştir. Konumuza örnek olabilecek birkaç türkünün adını veya içinde geçen bazı sözleri kısaca belirtmekte yarar görüyorum.
Benim adım dertli dolap, suyum akar yalap yalap,
Derdimi dökeyim derin dereye, doldurur dereyi düz olur gider,
Ben bir şahin olsam sen bir balaban, taksam cırnağımı gitsem çöle ben,
Gönül dağı yağmur boran olunca, akar can özünden sel gizli gizli
Kirpiklerini ok eyle, vur sineme öldür beni,
Mektup, benden selam söyle sılaya,
Pınarbaşı ben olayım, bulanırsam bulanayım,
Sen yağmur ol ben bulut, Maçka da buluşalım,
Ceylan gözlerine kurban olduğum,
Yine karlar yağdı gönül dağıma,
Yine havalandı gönül kuşum,
Dağlar seni delik delik delerim,
Tüm bu metinler, anlatım içeriklerine uygun müzik cümleleri ile ifade edilerek, her duygu haline hitap eden ve gücünü yüzyıllardır devam ettiren türküler halini almış,türkü metinlerindeki sürrealist yaklaşımlar, abartılı anlatımlar ve benzetmeler metindeki ana mesajını daha güçlü aktarmak için kullanılmıştır.
Yakın zamanda kaybettiğimiz usta ozan Mahmut Erdal’ın bir türküsü sanıyorum tek başına bu bildiriyi özetlemeye yetiyor.
Mah cemalin güneş midir? aymıdır?
Yüzüne baktıkça bakasım gelir
Kirpiğin ok hilal kaşın yay mıdır?
Alıp şu bağrıma çakasım gelir
Seni gören âşık döner şaşkına
Taş olsa dayanamaz o bakışına
Aslı’mısın? nesin Allah aşkına
Kerem gibi kendim yakasım gelir
Yandım ateşinle oldum muzdarip
He de kapına kul olam varıp
Canımı sarrafta gerdan yaptırıp
Ak göğsün üstüne takasım gelir
Tuba ağacında benzersin dala
Dilin örnek olmuş şekere bala
N’olur yüzün dönme Mahmut Erdal’a
Yaşarken canımdan bıkasım gelir
*******************************************
Anadolu, içinde yaşattığı uygarlıkların kültürel ve sosyal mirasının buluştuğu bir ırmak gibidir. Üzerinde yaşayan her toplum onu yüzlerce renkten oluşan bir mozaik haline getirmiştir. Mimariden müziğe, halk oyunlarından geleneklere kadar pek çok değer aynı potada erimiş ve kendilerini adına Anadolu dediğimiz bu ortak yurtta ifade etme imkanı bulmuşlardır. Dünyanın hiçbir coğrafyasına nasip olmayan bu kültürel birikim, tarih boyunca içinde yaşattığı uygarlıkların toplumsal ve bireysel yapılanmasında önemli bir etken olmuştur.
Aslan ve ceylanı aynı kucakta buluşturan Hacı Bektaş-ı Veli, “Ne olursan ol yine gel” diyebilen Mevlana, “Yaratılanı hoş gör yaratandan ötürü” sözüyle insan sevgisini anlatan Yunus Emre, “Gelin canlar bir olalım” diyerek insanları birliğe beraberliğe çağıran Pir Sultan Abdal ve “Aynı varlık her bedende” sözüyle Tanrı’nın insanla bütünleşmesini ifade eden Aşık Veysel, Anadolu kültürünün hoşgörü ve insan sevgisiyle biçimlenmesinde eserleri ve fikirleriyle önemli birer rol oynamışlardır. Bunlar gibi insanlığın en zıt kutuplarını bile aynı dergahta buluşturabilen Ahmet Yesevi, Hacı Bayram Veli, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal, Hatayi, Kul Himmet, Muhyi, Erzurumlu Emrah, Karacaoğlan, Seyrani, Teslim Abdal, Dertli, Dadaloğlu ve Köroğlu gibi ozanlar da yüzyıllardan beri telden dile, dilden gönüllere süzülerek Anadolu halkını hep doğruya, sevgiye ve barışa yönlendirmişlerdir. Bu degerler ve adlarını sayamadığımız pek çok Anadolu aydını bu topraklar üzerinde yaşayan ortak kültürün en önemli yapı taşları olmuşlardır. Onların fikirleri yüzyıllardan beri birbirlerine eklenerek günümüze kadar gelmiş ve insanları birbirine bağlayan ortak bir kültür mirasına dönüşmüştür. Adına Anadolu dediğimiz bu ortak miras pek çok ozan ve düşünürün katkısıyla daha da zenginleşmiş, bu birikim yeni fikir ve sanat önderlerinin yetişmesinde önemli rol oynamıştır.